
Manifestomuz adi bir gülüşün nerede olduğunu kavrar fakat neye yaradığıyla ilgilenmez,
Manifestomuz ağır ağdalı dillere değil tüylü cinsel organlara iyi gelme vaadi taşır fakat taşmaz
Manifestomuz sessiz birer şarkıdır, körler duymasın diye yazdıklarımızı
Duymak istediklerinizi gidin analarınız söylesin biz sadece kafalarınızı kırarız pembe coşkularımızla
Ümidimiz tektir, yaklaşmakta olan yıldıza röveşata çekmek
Tüm balonları patlamalı embesillerin.

Plastik, yapaylaştırmayı ve ucuza kolay ve hızlı yoldan tek bir kalıptan sayısız ürüne ulaşmayı sağlamış ilk yapay içerik.. Elbette her ürün gibi ham maddesini tekelleştirmeyi başarmış sahiplere sahip. Biz arzular, hırslarla donatılmış frontal lobu zengin bir dokuya sahip, üreme güdümlü evrimin son örneği, özgür primatlar sonrası yaratıklar. Yapay zeka gibi bir ürünün ancak en ilkel versiyonuna ulaşabilip, hızla çürüyen akıl ve onla bağlantısız olduğu düşünülen vicdandan giderek yoksunlaşan plastik primatlar! hepinize dev jenitallerimiz kenardan sırıtırken, merhaba!


.jpg)
Çıkmayan can
Buz kesti ellerim. Sadece ellerim mi? Sadece ellerim değil ayaklarım da. Ellerime bakıyorum ve yalnızca onlar var aklımda şimdi. İnce, kemikli elim, bana benziyorlar ellerim. Kendimi izliyorum. Buz kesen kendimi. Yaklaştı son işte ve tamamı gelene kadar her şeyin, ellerimde olacak gözlerim. Onları bacaklarımın üzerine bıraktım ve
ti ellerim. Sadece ellerim mi? Sadece ellerim değil ayaklarım da. Ellerime bakıyorum ve yalnızca onlar var aklımda şimdi. İnce, kemikli elim, bana benziyorlar ellerim. Kendimi izliyorum. Buz kesen kendimi. Yaklaştı son işte ve tamamı gelene kadar her şeyin, ellerimde olacak gözlerim. Onları bacaklarımın üzerine bıraktım ve oldukları gibi duruyorlar. Geçmişi kazacaklar ve izleyeceğim. Çünkü son o kadar yaklaştı ki, geçmişi göstersinler bana. Bana onlarla becerdiğim her şeyi ve beceremediğim; anlatsınlar, hatırlatsınlar. Böylece iyice bileyim bu hüznün nedenlerini. Ya da bu karanlığa, sonun gelmesine engel olacak bir ışık varsa belki kazıntıların arasında çarpar gözüme. Böylece son gecikir. En azından bir süre. Böylece bu olabilecek en ufak haliyle beni hayatta tutan cılız ışık biraz daha nefes aldırır bana. Böylece nefes aldıkça geçmişte bıraktıklarım, tüm o güzel şeyler, renkler, cıvıltılar, o alengirli kokuların tümü ve yeryüzüne ait hatırlayabildiklerimi biraz daha düşünebilirim. Her şeyin güzelliğini, ışığın üzerlerine nasıl düştüğünü, onları nasıl ısıttığını. Böylece belki biraz ısınırlar ellerim. Kazdıkça ve hatırladıkça geçmişi nasıl kurduklarını ısınırlar biraz. Umutlarım bu yönde. Ve böylece son biraz daha uzakta kalır. Bakıyorum, bacaklarımın üzerinden, durdukları yerden, kazınıp duruyorlar eskimiş halleriyle. Yapabildikleri kadar ağır ve bulabilecekleri ışık kadar şanslılar sadece. Sonsuz bir vakitleri de yok. Bir süre sonra kazıntılar arasında bulabilecek oldukları en ufak ışık demetinin hatırlamayı ve düşünmeyi sevdiğim her şeyi ne kadar süre daha hatırlayıp düşünebileceğime yeteceğini göreceğim. Merak ediyorum doğrusu. Bir umut var mı? Sanmıyorum olduğunu ama bu son şansı vermeliydim ellerime. İnceliklerinin hatırına en azından. Bir zaman bir yerlerde bu soğuk sonun gelmesine neden olan bütün şeylerin dışında , onca karanlığın içinde benim düşünmeyi ve hatırlamayı sevdiğim her şeyi bana biraz daha düşünüp hatırlayabilmem için zaman kazandırmış olacaklar. Buz kesmiş olmalarına rağmen durdukları yerden kazıp duruyorlar. Ayaklarım. Yoklar artık. Ellerime benzeyen ayaklarım. Kendilerine benzeyen bu bedeni ne kadar da uzun taşıdılar sona gelmiş bu eller kadar vardır emeği bu ayakların. Onlara ait bir eylem bulunmuyor hatırlamayı ve düşünmeyi sevdiğim şeyleri hatırlayıp düşünebilmem için sonun biraz daha ertelenmesini sağlayacak bir şansları yok. Ama bu eski ellerin bacaklarımın üzerinde duran, onların var. O kadar yakın ki son, ayaklarımı bir kere daha oldukları yerde olmadıklarını görüp eksilmiş olmanın verdiği, kaybetmiş olmanın verdiği o duyguyu nasıl olsa bir daha yaşamayacağım. Yine de bu kemik torbalarının , bu ince uzun zibidilerin kazıntılar arasında bulacakları geçmişte sıkışıp kalmış en küçük ışığın parçası sayesinde hatırlamayı ve düşünmeyi sevdiğim şeyleri biraz daha hatırlayıp düşünebilirim. Alengirli renkleri, dünyanın kokusunu, puslu puslu tınlayan sesleri. Yorulduklarını görebiliyorum; durdukları yerden kazıntıların arasında biraz daha ağırlar şimdi. Bu karanlığa ait soğuk sonun marifeti. Biraz olsun acımıyorum hallerine. İnceliklerinin hatırına ve var oldukları çok eski zamandan bu yaklaşan sonun zamana yaptığı hüzünlü etkiye, ince ince sızlayan melankoliye dua etmeliler; yoksa sona şimdiye kadar çoktan varmışlardı. Seviyor zaman hüznü. Bize yaşattığı sızım sızım melankoliyi seviyor. Sevmeseydi; yeryüzünde var olan insanlara ait bunca acıyı kapsamaz, sarmazdı. İçinde var olmalarına ve onu resmedip, dehşetli vukuatların neden olduğu dönüm noktalarını resminin üzerine mıhlamalarına izin vermezdi. Bu kainata özgü bir parça bırakmazdı kendinden. Değerlendirmesi işte bu kemik torbalarına ait kalan zamanı. Bu eskimiş ellere. Durdukları yerden bu geçmişe ait kazıntıların arasında, düşünmeyi ve hatırlamayı sevdiğim her şeyi biraz daha düşünüp hatırlamama fırsat verecek, en ufak bir ışık çıkarsa eğer, böylece hayranlık duyduğum büyülü anlardan küçük bir parçayı aydınlatmış olurlar. Bir parıltı mı gördüm sol elimin altında sanki? Evet gördüm! Küçük ama değerli bir ışık parçacığı bu! Az kullanmış olduğum sol elimin onu bulmasına şaşırmıyorum. Ve işte kazıntıların içinden yüzüme doğru yükseliyor küçük ışık hüzmesi. Gövdemin var olması ne büyük şans, bacaklarım yok artık. Birden fazla falcı yanlış yerlere basmış olduğumdan onları kaybedeceğimi bana fısıldamışlardı ve zaten buna hazırlamıştım kendimi. Tanrım bu tors iyi ki sabit, ciğerlerimi sarıyorlar böylece gözlerim ışığı algılayacak bu sinyalleri besleyen oksijeni bana sağlıyorlar. Şükürler olsun ki bu dünyaya ait düşünmeyi ve hayal etmeyi sevdiğim bazı şeyleri bir süre daha düşünüp hayal edebilirim. Gözlerimin hizasına geliyor ışık demeti ve yayılıyor etrafa rengarenk oluyor prizmasından geçip şeylerin. İşte o rengin ısısı şimdi ısıtıyor her yeri ve güneşi hatırlıyorum, dünyayı aydınlatıp şeylerin üzerine düşerken onları nasıl güzel kıldığını hatırlıyorum. Ah! İnsan olmak böyle bir şeydi değil mi? Birini sevip aşık olmak, ona hediyeler almak mutlu etmek ve şeylerin üzerine düşen bu ışık olmasa işte bu mutlu anların hiçbiri olmazdı değil mi? Evet elbette olmaz, olamazdı. Bu ışık her şeyi sevmemi sağlayan! Hızına başka ne yetişebilir onun? Isınmaya başladı soğuk karanlık bu ufacık ışık sayesinde Tanrım! Ne büyük bir nimet bu! Yalnızca gövdemden oluşan ben ve ellerim durduk ısınıyoruz ve hatırlayıp düşünmeyi sevdiğimiz şeyleri hatırlıyor ve düşünüyoruz ben ve ellerim! Sonun gelmesini engellemiş oldu sol elim! Sağ elimden aynı performansı beklemeyeceğim. Başka bir ışık parçası bulabileceğim konusunda çok umutsuzum ve bu yüzden bu küçük anın tadını sonsuza kadar çıkarabilirim! Cemal Sureya’nındı değil mi o “An ki fıskiyesi sonsuzluğun”
Ben, başım ve gövdem ve gövdeme bağlı ellerim ve kollarım. Şimdi çok uzakta durmayan bir şeyi görebiliyorum artık. Onca karanlık yığının içinden sol elimin bu karanlık odaya bulup çıkardığı ışık parçasının demetleşip yayılmasıyla ısınan ve aydınlanan ortam, şimdi biraz daha nefes almamı ve hatırlamayı ve düşünmeyi sevdiğim şeyleri bir süre daha düşünüp hatırlamama olanak sağlayacak Şeylerin üzerine düşen ışık, dağların derelerin köylerin, olmasaydı eğer bu karanlık ve soğuk dünyada yapayalnız kalır onları izlememizi yüce duygulara ve romatizma kapılıp pastoral güzelliklerini görmemize vesile olmayacaktı. Karanlık kazıntılar…. Yarattığım bu karanlık, oysa yaşarken dolu dizgin bu karanlığa sebep olacak en ufak bir nüveye neden olacağımı öngöremezdim. Meğer bu dünya bedenden çok daha fazlasını bekliyor imiş. Kendimden feragat etmemi olamaza olur dememi, bir bencil aşka boyun eğmemi ve söylenenleri teker teker yerine getirmemi bekliyormuş. Bunları yapmadım. İçimden böyle gelmedi. Nasılsam öyle oldum. Şimdi bunun ceremesini çekecek vaziyetteyim. Yalnızlığa mahkum edildim. Benden bu yalnızlığı değerli kılmamı bir ermiş gibi anlayıp çıkarımlar yapmamı bekliyorlar. Ben peygamber değilim hiç olamayacağımda eminim. Sıradan biri de değilim. Eğer genel geçer kurallara uyum sağlayarak ve kendi niteliklerini bir sevris olarak sunarak hayatta kalabilecek bir profesyonel olacaksam oyunu kurallarına göre oynamakla yükümlüydüm.
Madem insanlara bir servis sunmamı bekliyorlar benim ; Gövdeme bağlı ellerim ve kollarım başıım ve ben ile. Bacaklarımı siktir etsinler lütfen. Onları çoktandır kaybettim. Yarım insan insanın size sunacaklarını ben olsam merak ederim. Lütfen eşit bir karşılık ve kötü anlarıma ise kısa bir tölerans yeterli.
Ekim Mağden




















































Esat Gamze Ortak defretreden

Kardelen Şahin
PLATİK PRİMAT İÇERİKİŞÇİLERİ ARAMIZA YENİ KATILŞAN İÇERİK İŞÇİLERİNDEN ÖRNEKLER OCAK SAYISINDA BİZİMLE OLACAK


Kardelen Şahin

Ozan Ergün
